Atatürk, kesilen bir ağaç için ağlayacak kadar duygu yüklü bir insandı..


Kesilen bir ağaç için ağlayacak kadar duygu yüklü bir insan.. Bir ağacın dalının kesilmesine bile gönlü razı olmayan, koparılan bir çiçek için üzülen doğaya aşık bir insan. Gülen, ağlayan, seven, sevilen, çocuklaşıp salıncağa binen, yüreği sevgi dolu bir insan. İnsan gibi insan...


Çiçek Sevgisi
Atatürk, yalnız doğayı sevmekle kalmamış, ağaçları, yeşili, çiçekleri de koruması altına almıştır. Bir gün Sabiha Gökçen'e: "Sabiha kızım, ben hayattayken çiçeklerimle kendim meşgul oluyorum. Onlara bakıyorum, baktırıyorum. Biz bakmasak dilleri mi var bizden su isteyecek, gübre isteyecek, ışıklı bir yer ya da gölgelik isteyecek?" der. Bir keresinde de bir dal badem baharını vazo içinde gördüğünde Afet İnan'a yakınmış. "Bahar gelmiş ne güzel, fakat bu güzel çiçekler meyve vermeden solacak ve sade bizim birkaç günlük göz zevkimizi tatmin edebilecek, ne yazık!". Değil ağaçların kesilmesi, Çankaya'daki eski köşkün önüne dikilmiş akasya ağaçlarını bahçıvanın biraz fazla budaması bile onu üzüntüye boğmaya yetiyormuş.

Ağlatan Ağaç
Afet İnan; "Çankaya köşkünden meclis binasına giderken o günün Ankara'sında bir tek iğde ağacı vardı", diye yazıyor. Atatürk, onun önünden geçerken selam verirmiş. Neden böyle yaptığı sorulunca: 'O, yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az öbür neferler kadar bunun da selama hakkı var.' Bir gün bir de bakıyor, ağaç kesilmiş. Yolu genişletmek için kesmişler. 'Yahu', diyor, 'bana sorsaydınız o ağacı kurtaracak yol bulurdum." Sonra dayanamıyor, arabaya biniyor, sürücüyle arkadaşının önünde, hüngür hüngür ağlıyor.

Yürüyen Köşk
Halkın günümüzde "Yürüyen Köşk" olarak isimlendirdiği köşk Yalova'dadır. Deniz kenarında, 13 Eylül 1929 tarihinde Atatürk'ün yazlık köşklü olarak inşa edilmiştir. Atatürk, 1936 yılında gittiği yazlık köşkün bahçesinde ağacın dalını kesmeye çalışan bir bahçıvanla karşılaşır, hemen durdurur ve kesimin nedenini öğrenmek ister. Bahçıvanın gerekçesi ağacın gelişip uzayarak köşkün duvarlarına dayandığıdır. Dallar yapının penceresinden içeriye girmeye başlamıştır. Ağacın dalının kesilmesine razı olmayan Atatürk ağacın dalının kesilmemesini binanın uzaklaştırılmasını emreder. "Ağaç kesilmeyecek, köşk kaydırılacak" der.

Verilen emir üzerine, 8 Ağustos 1936 tarihinde, önce bina çevresindeki toprak, büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine inilir. İstanbul'dan getirilen tramvay rayları döşenir. Bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtturulur. Bir yaz günü Atatürk ile birlikte, kardeşi Makbule Hanım ve Yunus Nadi ile görevlilerin hazır bulunduğu 10 Ağustos 1936 günü bina 4.80 m kaydırılarak çınardan uzaklaştırılır ve çınarı dalı kesilmekten kurtarılır.

Günümüzde, Atatürk'ün kullandığı son derece mütevazi oda takımları ile çınarın gölgesinde oturulmakta ve bina müze olarak kullanılmaktadır.




Çiftçilikteki İğde

Falih Rıfkı Atay "Babamız Atatürk" kitabında, kendi ağzından dinlediğini, birgün kurmay başkanı İsmet Bey'le Diyarbakır kırsalında atla giderken Mustafa Kemal'in"Çabuk bana yeni bir din bul. Ağaç dini... Bir din ki ibadeti ağaç dikmek olsun" dediğini, Atatürk'ün çiftlik dağlarının ormanlaşması ile bizzat uğraştığını, hemen hemen her ağaçta hakkının olduğunu, nerede bir söğüt görse pikniğe gittiğini yazmaktadır.

Yine Falih Rıfkı Atay; Atatürk'ün doğa sevgisini şöyle anlatıyor: Atatürk, tabiatı ve ağacı çok severdi. Atatürk Orman Çiftliği'ni boz topraktan ormanlık haline getirdi. Ağaçların dikilişini, duruşunu, büyüyüşünü adım adım izledi. Akköprü tarafından Çiftliğe giden yolun etrafındaki boş topraklar meyvelik olmuştu. Bir gün bu meyvelikten geçerken birdenbire şoförüne; "Dur!" dedi. Arabadan inerek orada bulunanlara; "Burada bir iğde ağacı vardı. Ne oldu?" diye sordu. Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Atatürk'ün biraz önceki neşesi kalmamıştı. Yol boyunca hep iğde ağacını aradı. "İğde, yaşlanmış ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşıyordu. Baharda güzel kokular veriyordu" diye sızlandı.

Hasan Rıza Soyak, Atatürk'le ilgili anılarını kaleme aldığında, "Evet, ben de hatırlıyorum; bu iğde ağacının sökülüp atılması ona çok dokunmuştu; ağacın yerine daha güzeli dikilmek üzere kesilmiş olması gerçeği bile onu teselli edememişti. Bu acıklı olayı uzun zaman unutamadı... Her sözü edildikçe hayıflanır, yapanlara karşı kırgınlığını belirtildi" diye yazmaktadır.

Çankaya'da Yaşlı Ağaç
Çankaya'da bahçedeki ağaçlar büyür ve çok yaşlı bir ağaç Atatürk'ün geçeceği yolu kapatır. Ağacın bir yanı havuz, bir yanı dik bir yokuştur. Atatürk ağaca yaslanarak güçlükle karşı tarafa geçmektedir. Bahçenin bakıcısı "Emrederseniz hemen keseyim, efendim" der. Atatürk bahçıvanın yüzüne bakar, "Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin?" der ve ağacı kestirmez.

Çam Sevgisi ve Atatürk Bulvarı
Afet İnan, "Hatıralar ve Belgeler" adlı kitabında; "Mustafa Kemal, bir sahil çocuğu olduğu için denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde hasret çektiği yer, bir çam ormanlığı olmuştur. 'Bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat. Arzum, yeşillik ve ağaçlık ve de yaz kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır' diyen sesi hala kulaklarımda akisler yapıyor." diye yazmaktadır. Kendi adını taşıyan Atatürk Bulvarı'na çam fidanları dikildiği vakit pek sevinmiş, "Bunlar tutarsa, Ankara'nın yaz kış yeşil duracak bir tabiat zenginliği olacak" demiştir.

Harem Sırtları

Atatürk, bir gün, İstanbulun eski vali ve belediye başkanlarından Muhittin Üstündağ ve Afet İnanla birlikte boğazda bir motor gezisinde Salacak önlerinden geçerken; "bu güzel yerleri ağaçlarla bir kat daha güzelleştirmek için İstanbul Belediye Başkanı olmak istiyorum" diyerek Valinin ağaçlandırma yapmasını imalı bir şeklide ifade eder. Günümüzde Harem'deki yeşilliği Atatürk'e borçluyuz.

Söğütözü Kulübesi
Söğütözü'nde dinlenmeyi severmiş: Bir gün sohbet sırasında, 'Ah, şurada bir kulübem olsa ama kulübe yapılırken buradaki ağaçlar ne olacak?" diye söylenmiş. Etrafında bulunanlar "'Aman Paşam, bunlar söğüt ağacı, o gönülsüz ağaçtır, söker başka yere dikeriz, mutlaka tutar" demişler. Atatürk bir an düşünmüş, sonra: 'Buradaki ağaçları kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, tuttuklarını göreceğim, o zaman kulübenin yapımına izin veririm' demiş. Ağaçlar başka yere dikilmiş ve hepsi tutmuş. Ağaçların yerine küçük bir kulübe yapılmış.

Çankaya'nın ağaçlandırılmasında da Atatürk'ün büyük emeği vardır. Atatürk; İstanbul'da iken, Çankaya Köşkü'nde yapılan genişletme çalışmaları sırasında, büyük bir ağaç kesilmek zorunda kalınmış. Yaz bitiminde dönüşte Atatürk, bu ağacın yokluğunu hemen anlamış. "Şu yanda bir ağaç vardı, ne oldu?" diye sormuş. Kimsede bu soruyu yanıtlayacak cesaret olmamış. "Yazık, çok yazık... Yahu bu iş ağaca dokunulmadan yapılamaz mıydı sanki? Bana söyleseydiniz bir çaresini bulurdum" demiş ve öfkelenip yeni yapıya girmeden geri dönmüş.

Atatürk, bir ağaç dalının kesilmesine rıza göstermeyecek kadar yeşili ve ağacı severmiş. Türklerin Orta Asyadan kuraklık ve ağaçsızlık yüzünden göç ettiklerini pek iyi bildiği için ağaca karşı, sevgi ve saygı gösterilmesini teşvik etmiş ve "Orman servetlerimizin korunmasına, lüzumuna ayrıca işaret etmek isterim. Ancak burada mühim olan koruma esaslarını memleketin tüm ağaç ihtiyacını devamlı olarak karşılaması icap eden ormanlarımızı muvazeneli ve teknik bir suretle işleterek istifade etmek esasıyla makbul bir şekilde teyid etmek mecburiyeti vardır" demiştir.

Atatürk, "Ağaçsız orman ve ağaçsız toprak vatan değildir. Eğer vatan denen şey kupkuru dallardan, taşlardan, ekilmemiş alanlardan, çıplak ovalardan, kentlerden, köylerden oluşmuş olsaydı onun zindandan hiçbir farkı olmazdı" diyor.

Atatürk; ağaç sevgisi ve yeşile olan tutkusunu şu sözlerle ifade eder. "Ağaç, çiçek ve yeşillik medeniyet demektir. Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör insan bile yeşillikler arasında olduğunu fark etsin..... Son arzum yeşillik ve ağaçtır. Fakat yaz ve kış yeşil olan ağaçlar arasında olmaktır. Son arzum, vasiyetim gerek ziraat ve gerek memleketin servet ve sıhhat-i umumiyesi nokta-yı nazarından ehemiyet-i muhakkak olan ormanlarımızı da asrî tedavi ile üst seviyede bulundurmak, temsil etmek ve azamî ifade ile temin etmek esas düsturlarımızdan biridir."

İşte sevgi budur. Gençlere bunlar öğretilmelidir.


(Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç)